17 Eylül 2007 Pazartesi

Değiş(e)meyen Mantık!

Değiş(e)meyen Mantık!

Şükürler olsun ki uzun süredir gündemimizi meşgul eden seçimler bitti. Başbakan Erdoğan yeni kabine üyelerini açıklarken benim en çok merak ettiğim Çevre ve Orman bakanının kim olacağıydı. Yıllardır çevre örgütlerinin çağrılarına gerekli yanıtı vermeyen bakanlık bu sene yaşanan su ve sulak alan sorunlarının gündemi uzun süre meşgul etmesi bu yüzden yeni gelecek bakanın ilk el atacağı adım çevre örgütlerinin söylediklerine kulak vermek olacaktı. Bakan Veysel Eroğlu’nun ilk basın açıklaması ile çevre politikasının halkı avutmak ve günü geçirme politikasında olduğunu gösteriyor. Ülkemizde tüm sorunların temelde “gününü geçirme politikası” ve değiş(e)meyen mantalite yatmıyor mu? Sav’ımın kanıtı Radikal Gazetesinde (02.08.2007)* çıkan haberini maddeler halinde hatırlatmakta fayda var.

a) Bana göre küresel ısınma Türkiye’yi tehdit etmiyor!
b) Türkiye’de ihtiyacımızın on katı su var. Mühim olan bu suyun iyi kullanılması, havzalar arasında aktarılması gerekiyorsa aktarmalı gölet ve barajlar yapmak gerekiyor.
c) Bu yıl bir kuraklık söz konusu. Bu kuraklık küresel ısınmadan değil! Önümüzdeki ekim ayından itibaren de yağışların başlayacağına inanıyorum. Bu seneyi atlattığımız zaman problem kalmayacak!
d) 2003 yılında biz göreve geldiğimizde bu sulama sistemlerini kökünden değiştirdik. Kapalı sistem sulamaya geçildi. Hükümetin de damlama sulama için vatandaşları teşvik ediyor ve çok uygun kredi veriyor. Bunlar dikkate alındığı zaman vatandaşların suyu tasarruflu kullanmasıyla küresel ısınmayı aşarız!

Şimdi Sayın bakanın sarf ettiği sözlere cevap vermek istiyorum.

a) Hiç kuşkunuz olmasın ülkemiz küresel ısınmadan en fazla nasibini alacak olan ülkeler içersindedir Sayın Eroğlu. Lester Brown’un “Dünyayı Nasıl Tükettik” kitabında küresel iklim değişikliğinin dünyayı ve ülkemizi nasıl etkileyeceğini öğrenebilirsiniz. Ülkenin kaderini değiştirecek olan küresel ısınmanın “bana göre küresel ısınma Türkiye’yi tehdit etmiyor” nasıl diyebiliyorsunuz? Küresel ısınma ile ilgili üç önemli uluslar arası önemli makale yayınlandı. Üçünde de çok kötü günlerin bizi beklediğinin sonucuna varıyordu. Mevsim değerlerinin üzerinde seyreden sıcaklık, kuraklık yüzünden tarlada kalan ürünler, göllerde azalan su ile oluşan derin ve korkunç kraterler, Manyas kuş cennetindeki tür sayısının 27’ye inmesi, Ankara’daki su kesintisi(bunda Melih Gökçek faktörü de var!), kırmızı listeye giren tür sayısının artması ve en son samsun’u savaş alanına çeviren sel baskını ülkemizde bir şeylerin olduğunun belirtisi değil mi?
b) Havzalar arsında su aktarımı yapılması akıldan bile geçirilmemelidir. Aral Gölü trajedisini hatırlatmak istiyorum; Çarlık döneminden başlayarak Ruslar devrim niteliğinde iki proje hayata geçirmiştir. Birincisi Lenin öldükten sonra yerine geçen Stalin’in “Yeniden Kazanılmış Topraklar Projesi ve Karakum kanalı projesidir. Erken 20.yüzyılda İpek Yolunun yerini pamuk Yolu almıştı. Rusların pamuk ihtiyacı için orta Asya’daki bu iki proje ile pamuk üretimi katlanarak arttı. Stalin’in pamuk dışında başka bir şey ekilmesini yasaklaması da üretilen pamuk miktarını önemli ölçüde etkiledi. Derinliği 54 metreyi bulan Marmara denizinden altı kat büyük olan Aral gölü’nün bugünkü hali içler acısıdır. Gölü besleyen Amuderya ve Sırderya nehirlerindeki suyun çoğunluğu çöle harcandığı için göldeki su seviyesi azaldı ve küçük Aral ve büyük Aral diye iki göl oluştu.
c) Dünya ülkeleri bir şeyler yapmak isterken bizim bakanımızın “bu seneyi atlattığımız zaman problem kalmayacak” demesini büyük bir umutsuzluk ve şaşkınlık ile karşılıyorum. Bu cesur iddiasını neye bağlıyor acaba? Bakan seçim sürecinde çok çalışmış olsa gerek çalışmalarında bol keseden verilen vaatlere alışmış olmalı hala kendini seçim bürolarında zannediyor! Küresel iklim değişikliğinin dünya var olduğu sürece kendisinden her gün daha fazla söz ettirecektir ve belki de dünyanın sonunu getirecektir kim bilir!
d) Suyun bilinçli kullanımı ile tabiî ki önemli mesafeler alınır. Ama bu sorunun bu kadar basit olduğunu göstermememiz gerekiyor. Bakanlığın kendi web sitesinde ” Türkiye, küresel ısınmanın özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi öngörülen olumsuz yönlerinden etkilenecektir ve küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasındadır**”

Görülen o ki ülkemiz BÜYÜKLERİ küresel ısınma gibi hayati öneme sahip bir konuda insanlara bilerek ve/veya bilmeyerek akla mantığa uygun olmayan sözler sarf ediyorlar. Başbakan Erdoğan diyor ya her zaman “elinizi vicdanınıza koyun ve öyle konuşun! Bende Sayın Eroğlu’na elinizi vicdanınıza koyun ve öyle konuşun diyorum.



Şükrü Esin Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü 4.sınıf

14/19/2007

Yangınların Ardından

Yangınların Ardından

Her yaz olduğu gibi bu yaz aylarının başından beri ormanlarımız yanıyor. Yanan yemyeşil ormanlarımızın yerini kapkara küllere alıyor. Kuşkusuz bu duruma sadece bizde değil dünyanın her yerinde görülmektedir. Amerika’da Trakya büyüklüğünde “Yellow Stone Parkı” ormanı günlerce yandı. Yangından sonra sadece ormanın etrafını çevreleyen tel örgüleri kalmıştı. Park olduğu gibi kaldı ve yanan ağaçlar toplanmadı. Yangından birkaç gün sonra yosunumsu bir tabakanın yanmamış bitkileri kapladığı ve yeni filizlerin sürdüğü görüldü. Bizde ise orman yangını çıktığı zaman üst düzey yetkililer “yangın kontrol altına alınmıştır. Soğutma çalışmaları tamamlandıktan sonra dozerler yollanacak ve yanan orman sahası tıraşlanacaktır” diyor ve ekliyor “bahar ayında ağaç dikimi yapılacak kimsenin şüphesi olmasın!”
Peki, bu ne kadar doğru bir söylemdir. Kimse bunu irdelemiyor. Yangın ile orman büyük bir tahribat uğradığı yetmiyormuş gibi bakanlıktan da bir darbe geliyor. Nasıl olursa olsun ölü ağaçlar ormanda verimliliğin ve çevresel hizmetlerin sürdürülmesinde anahtar rol oynayan önemli unsurlardır. Bu çevresel hizmetler arasında ekolojik dengenin devamı ve karbon depolanması gibi faydaları da var. Ormanda ölü ağaçların varlığı ya da yokluğu bir tercih değil, kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ormanda gördüğümüz yere yatık kuru bir ağaç gövdesinin bizim için pek anlam ifade etmeyebilir ama orman ekosistemi için rahmet niteliğindedir. Ormanda kurumuş gövdelerin ve dalların faydasını beş önemli başlık altında toplaya biliriz;
1.Canlılar için yaşam ortamı sağlaması,
2.Karbonu uzun süre bünyesinde tutması,
3.Erozyonu önlemesi,
4.Toprağa organik madde sağlaması,
5.Böcek, mantar ve bakteriler için besin kaynağı sağlamasıdır.
Ancak şu da unutulmamalıdır küle dönmüş bir ormanda yangın kalıntılarını toplamamız gereken durumlarda olabiliyor. Radikal Gazetesinde (29 Ağustos 2007) Yangın Denizi de Yakacak* adlı haberde yangın ile oluşan küllerin yağmurlarla denize ineceğini, görüş mesafesi üç metrenin altına düşerse kül örtüsü ışıkla bitkisel kökenli canlıların irtibatını keseceğini buda denizin ekolojik dengesinin bozulacağı yazıyordu haberde. Böyle bir durumda kalıntılar toplanmalı ve ağaçlandırma yapılmalıdır tabi ki.
Ülkemizde orman yangınlarından sonra yapılan bir diğer sorgulanması gereken diğer bir unsurda yanan yere yerel ağaç türleri yerine yabancı ağaç türlerinin dikilmesidir. Dikilecek olan türün bölgeye yabancı olması genetik kirlilik yaratmasının yanında biyolojik istila da yapabilir. (Emin olunki gelecekte Biyolojik İstila kelimesini Paris Hilton kelimesinden daha çok duyacaksınız) Oysaki yerel bitki türlerimiz bizim için bir biyolojik zenginliktir. Bunların yerine ülkemizde doğal yayılışı olmayan ya da ülkemizde doğal yayılışı olup fakat dikilecek bölgede bulunmayan bir bitkiyi dikmek bir cinayettir.
Rus genetikçi Vavilov dünyada on iki gen merkezi olduğunu, bunlardan bir tanesinin de Anadolu olduğunu söylemiş. Harlan ise Anadolu’da beş mikro gen merkezi olduğunu belirtmiştir. Bu kadar zengin bitki çeşitliliğimizin olmasına karşın biz neden mesela yanan bir makilik alanın yerine çam ağacı dikiyoruz işte bunu bir türlü anlayabilmiş değilim.
Kısacası orman yangınından sonra biz ormanı bir daha yakıyoruz.
Aslında biz kendi geleceğimizi yakıyoruz haberimiz yok!




*http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=231301

Şükrü Esin
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Fen Fakültesi
Biyoloji Bölümü 4.Sınıf
Van Genç TEMA Başkanı

İklimler Değişiyor Siz de Değişin !


İklimler Değişiyor Siz de Değişin !

Eminim sizinde dikkatinizi çekmiştir.Hemen her gün gazetelerde,internette,televizyonlarda yediden yetmişe herkesi ilgilendiren küresel iklim değişikliği hakkında haberler yayınlanıyor.Türk insanı işin ciddiyetinde olmadığından mı yoksa mütedeyyin bir toplum olduğundan mı bilmem(buna siz kara verin) sorunun bu kadar çok konuşulmadığı günlerde küresel ısınmanın çok ciddi sıkıntılara yol açacağını ülkemizin de bu konuda çok ciddi sorunları beklediğini söylediğimiz zaman “aman evladım Allah’ın dediği olur Allah’ın işine mi karışacağız”diyor yada “ben mi kurtaracağım dünyayı!”diyerek kendini soyutluyor gerçeklerden.
Eskiden tahıl üretimi tüketimi karşılayamadığı zaman daha fazla tarım arazisi açarak ve daha fazla kuyu kazarak sorun çözülmeye çalışılırdı.Şimdi bu imkansız çünkü her şeyi tükettik.1950’de dünyanın nüfusu 2,5 milyar iken şimdi 6,5milyarı geçti! İnsanlar daha fazla hayvansal protein tüketmek istiyor ve yumurtaya olan talep 3 kat arttı.Bu taleplere artık mavi küremiz karşılık veremez oldu.Sıcaklık 1 derece yükseldiğinde buğday,pirinç ve mısırda %10’luk bir verim azalması gözlemlenmiş.Dünyanın sıcaklığı ise olması gereken değerden 0,7 derece yüksek.
Sorun büyük gerçekten.Bu sorun bizi bire bir ilgilendiriyor ise biz neden bu soruna çözüm olmayalım! Çevre ahlakına sahip her insan ,yaşanabilir bir dünyanın kurulmasında ve bunun sürekliliğinin sağlanmasından vicdanen sorumluluk hissetmeli ve gereğini yerine getirmelidir.Ancak bu şekilde gerçek anlamda insan olmanın erdemine erişebilir.Bu yüceliğe varmak için elinden geleni yapmalıdır.Atacağımız adımlardan bir kaçını söylemek gerekirse bir çevre dernek/vakıf a gönüllü olarak çalışmalarında aktif olarak katılım göstermek.Benim bildiğim gönüllü olabileceğiniz sivil toplum örgütleri:TEMA Vakfı,Genç TEMA,GreenPeace,WWF,Doğal Hayatı Koruma Derneği,Doğa Derneği ve Turmepa.Bununla bitmeyecek tabii ki her şey.Bu bizim birinci adımımız olacak 2.si ve en önemlisi iklimlerin değiştiğini ve bizimde birey olarak yaşam şeklimizin ve tüketim alışkanlıklarımızı baştan aşağı gözden geçirmemiz gerekli !Bu konuda UNESCO’nun yayımladığı “Sürdürülebilir Yaşam Şekillerine Doğru Sorumlu Tüketim Eğitim Paketi” adlı bir dosya var* yararlı olacağına inanıyorum.Satın alacağınız herhangi bir ürünün çevreye maliyetini göz önünde bulundurduktan sonra satın almanız gerekecek.Aslında çok kolay gibi görünen ama eyleme geçirilmesi de bir o kadar güç.Gençlerin trendi takip ettiği bir toplumda tüketim alışkanlıklarının değişmesi bir devrim niteliğindedir.
Bu düşüncemi insanlara açtığım zaman yanıtlar genelde şunlar oluyor: “Ne yani atalarımızın avcı-toplayıcı olduğu evreye mi dönelim?” yada “Kardeş hiç kusuruma bakma ben senin birkaç kelebeğin,kuşun,otun ve ağacın için hayatımı değiştirmemi benden bekleme diyor ve ekliyor ya aslında bende şu kutup ayılarına bende çok üzülüyorum doğrusu!!!
Her birimizin çevre konusunda yapabileceği bir şeyler olduğuna inanmalıyız.Çünkü yaşanabilir bir dünya için hiç kimse az şey yapabileceği için bir şey yapamamayı yeğleme şeklinde büyük bir hata yapma lüksüne sahip değildir!

* http://www.genclikpostasi.org/public/contents/contents.aspx?id=213

Şükrü Esin
Yüzüncü Yıl Ünv. Fen Fak. Biyoloji 4.
Van Genç TEMA Başkanı

Radikal Genç 21/08/2007

Çevre Katliamıda Yaşlanıyor



ÇEVRE KATLİAMIDA YAŞANIYOR
İki israil askerinin kaçırılmasıyla başlkayan operasyonlar artarak devam ediyor.öyleki israşil devleti ordusunu %75'nin lübnan sınırına kaydırdırmış (toplam 300.000 kişilik askeri gücü var).
Herkesin gözleri önünde israil kolonyalist yayılımcı politikasını kesintisiz olarak devam ettiriyor.Bir "insan" olarak ve "çevreci" olarak israil hükümetinin "zorbalığını" ve dünyanın olanlara kayıtsız kaldığına bir anlam veremiyorum.Lübnan hükümeti devam eden işgalde israilin denize 25 mt. mesafedeki akaryakıt tanklarını bombalaması sonucu toınlarca petrolün denize döküldüğü ve bunun akdenizi en büyük çevre felaketiyle karşı karşıya bıraktığını belirtti.Lübnan çevre bakanı Yakup Sarraf,iki haftada 15000 ton petrolün denize döküldüğünü kaydetti.Hiçbir şey yapılmassa lübnan sahilinin üçte birine(70km) yayılan kirlilik akıntılara birlikte diğer bölge sahillerinşide tehdit etme olasılığı yüksektir.İsrail hizbullah'ı bahane olarak gösterip şehrin üzerinde taş üstünde taş bırakmıyor.Atılan bombalarla ölen çocukların sayısı 200'ü geçti.Şehrin yeraltı ve yerüstü sistemlerinin de bilinçli bir şekilde kullanılamaz hale getiriliyor.Halkı yıldırmak için insansız savaş uçakları ve jetler gün boyunca şehir semalarında sorti yapıyor.
Bunların yanında çok ciddi çevre katliamı da yaşanmaktadır.Tabii bu çevresel katliamı ilerki günlerde daha açık göreceğiz.Tüm çevre örgütleri beklemeden tepkisini ortaya koymalıdır.
BM ve AB gibi "pısırık" olmayalım.İsrail hükümetini kınayalım.bu insan olmanın gereğidir.Dünyada yaşayan her birey insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşama hakkına sahiptir.Nazi Almanyasın'da
her türlü zulüme uğrayan israiloğulları şimdi kendisine uygulanandan daha fazlasını Ortadoğuda'ki halklara uygulanıyor.Gazeteciler Lübnanda'ki çocuklara büyüyünce n e olmak istiyorsunuz sorusuna "direnişçi olmak istiyorum" yanıtını veriyor.Ben bir kahin değilim ama gün gelir devran döner ağlayan bayram eder.

Türkiyenin Biyolojik Zenginliği

Türkiyenin Biyolojik Zenginliği
* (GATT:Gümrük tarifeleri ve ticaret genel anlaşması)


Biyolojik çeşitlilik,bir türü meydana getiren bireyler arasındaki kalıtsal farklılıkları içeren genetik çeşitlilik ve bunun uzantısı olan türler arası farklılıkların meydana getirdiği ekolojik çeşitlilik olarak iki ana kategoride ele alınabilir.
Genetik çeşitlilik ,bir türün gen havuzundaki kalıtsal bilginin çeşitliliği , zenginliği olarak tanımlanabilir.
Ekolojik çeşitlilik ise,belirli bir bölgedeki farklı ekosisitemler,tür toplumların içindeki tür sayıları olarak tanımlanmaktadır.Bu kısa hatırlatma yaptıktan sonra türkiye’nin Biyolojik çeşitliliği mevzusunda düşüncemi paylaşmak istiyorum.Her zaman biyologlar şunları söylemişlerdir:Türkiye’de bu bölgede şu kadar bitki yaşar,şu kadarı endemiktir.
Biraz daha açarsam, ülkemiz Biyolojik çeşitliliği açısından önemli bir yere sahiptir.Önemli bir gen merkezidir.Yaklaşık 9000in üzerindeki bitki türünden 3000’i endemiktir.Rus genetikçi Vavilov dünyada 12 gen merkezi bulunduğunu,bunlardan bir tanesinin de Anadolu olduğunu söylemiştir.Harlan ise Türkiye’de beş mikrogen merkezi olduğunu belirtmiştir.Gerçektende ülkemiz zengin.Acaba halkımız bunun farkında mı? Diye soruyorum kendime.Ama nedense insanlar evrendeki yıldız sayısı,dünyaya uzaklıkları,süpernovalar ve yeni keşfedilen gezegenler insanımızda heyecan yaratırken neden yeni keşfedilen bir tür insanları aynı derecede heyecanlandırmıyor? Ama durun yerel yönetimler halk kadar ilgisiz değil,mutlaka bir hayvan veya bitki türünü öne çıkarıyor ve o canlıyı artık her yerde görüyorsunuz.Açıklık getirmek için bir örnek vermek istiyorum.Van denince akla ilk gelen “Van Kedisi”dir.Oysaki şehir merkezinin hemen yanı başındaki Erek dağını görmüyorlar. Dağın florasında, 118'i Türkiye'ye endemik, yaklaşık 780 çiçekli bitki kayıtlıdır. Aynı zamanda, en az 15 bitkinin tip örneğin toplandığı alanda ülke çapında nadir 126 takson bulunur.Ama bunları biyologlardan başka pek kimse bilmiyor! Gerçektende bizim çevre bilinçsizliğimiz ciddi bir sorun.İnsanlar doğayı sadece tanıyıp severek değil aynı zamanda doğa tahribini meşrulaştırabilecek olası yasalara ve anlaşmalara karşı tepkiselliğini ortaya koymalıdır.İmzaladığımız anlaşmalar ve gelecekte imzalayacağımız anlaşmalar ne çerçevede değerlendirilip karar alınıyor öğrenmek istiyorum.
Mesela GATT ülkemizin biyolojik zenginliği açısından çok önemlidir.Yapılan oturumlar ve imzalanan anlaşmalar “biz de imza attık” diyerek işin içinden bu kadar kolay kaçınmamalıdır.Almamız gereken çok acil önlemler vardır.Ben hep merak etmişimdir bu uluslar arası yasaların takipçisi kimdir? Uygulayıcısı kimdir?
GATT’ın kısa tarihçesi ve niteliği hakkında bilgi vermek istiyorum.Bütünüyle savaş sonrası ortaya çıkan ekonomik sarsıntıyı gidermeye yönelik pragmatik nitelikteki üç kurumun hayata geçirilmesine ilişkin bir fikir,asıl olarak GATT’ın yaratıcısıdır.Bu kuruluşlar uluslar arası imar ve kalkınma bankası,uluslar arası ticaret teşkilatı ve IMF’dir.Türkiye uluslar arası ticaretin serbestleştirilmesi amacını taşıyan sürece 1950’de katılmıştır.Önemli bir husus var GATT sürecini gözden geçirildiğinde tarım sektörünü ilgilendiren gelişmelerin tümünün ABD ve büyük firmalar ekseninde oluştuğunu görmek çokta zor değil.Gerçektende ABD’deki büyük firmaların lobi faaliyetleri Rio’da “biyolojik çeşitlilik sözleşmesine “ imza atmamasını sağlamıştır.Bu firmaların yaptıkları sadece bunlarla kalmıyor tabiî ki.Dünyadaki biyolojik çeşitliliğin zengin olduğu ülkeler yani canlıların gen merkezi olduğu bölgelerin çoğu üçüncü dünya ülkeleridir.Tarım sanayinin ekonomik yönden gelişmiş ülkeler tekelinde olduğunu da biliyoruz.Bu tablo insan kafasında iki soru oluşturuyor.
Gen kaynağı 3.dünya ülkelerinin mi öz kaynağıdır? Yoksa kaynakları bilim ve teknik gücünü kullanarak değerlendirebilecek zengin ülkelerin kontrolü altında ve emrinde mi olmalıdır?Bu soruya cevap vermeden önce biyolojik zenginliğin tüm insanlığın ortak malıdır ve tüm insanlar için ortak faydalarda kullanılmalıdır.Ancak mirasımız ,çok uluslu tarım şirketlerine sermaye olmamalıdır.
Biyolojik değerler bir arkeolojik bulgu gibidir.Siz onu gerektiği şekilde değerlendirmezseniz bu bir şekilde pazarını bulur ve gider.
Peki biz ülke olarak ne yapabiliriz ?
Üniversitelerimizdeki bilim insanlarını ve STK’ları bir çatı altında toplamalıyız.Oluşacak kurum hükümetlerin etkisinde olmamalıdır.Bu kurum hiç kimsenin tekelinde olmamalıdır!Ülkede yapılacak ÇED raporlarına da bu kurum imza atma yetkisinde olmalıdır.Kurum şeffaf ve denetlenebilir olmalıdır.Eğer böyle bir bağımsız kurum oluşursa şuanda olan çevresel tahribatlar önlenecek ve olası çevresel tahribatlara dur diyebilecek bir mekanizma oluşmuş olacak.Temennim böyle bir kurumun oluşması ve ülkeye en güzel şekilde hizmet etmesidir.

Radikal Gazetesi Genç Eki, 26.06.2007

Van GENÇTEMA Başkanı
Şükrü ESİN